SOSYAL İNŞACILIK VE TÜRK TOPLUMU DEĞERLENDİRMESİ

Sosyal İnşacılık kavramı uluslararası ilişkiler disiplininde yeni bir yaklaşımdır. Henüz yaklaşım yada kuramsal bir teori olup olmadığı ayrıca tartışılmaktadır. Sosyal inşacılık esasında sosyoloji ve psikoloji alanlarının konusu olup uluslararası ilişkiler disiplininde eleştirel bir yaklaşım olarak ele alınır.

Devletler arası ilişkiler uzun süredir rasyonel yaklaşımlar üzerinden değerlendirilir. Realizm, liberalizm ve bunların neo realizm/liberalizm olarak adlandırılan yeni yaklaşımları vardır. Genel geçer düşünceler; devletlerin güç arayışında olduğu, ekonomik gelişmeye önem verdiği ve çıkarlarını bu denklemler üzerine kuruduğu yönündedir. Uluslararası ilişkilerde genel görüş anarşinin varoluşudur. Anarşi; kargaşa yada savaştan ziyade devletlerin üzerinde bir otorite olmamasıdır. Yani her devletin kendi çıkarını gözetmesi ve uluslararası toplumun güç dengesi arayışıdır.

Sosyal İnşacılık yaklaşımı bu rasyonalist kuramlara eleştiri olarak doğmuştur. Kimi kuramcılar rasyonalist yaklaşımları tümüyle reddederken kimi kuramcılar ise kısmen kabul edip maddeci/materyalist yanları eleştirmiştir. Örneğin; güvenlik ile ilgili silahların varlığından ziyade, nasıl algılandığı ve kullanıldığı önemlidir. Esas konu gerçeğin değişkenliğidir, materyal olan silah değildir. Amerika için İran'ın elinde 1 tane dahi nükleer silah olması tehlikeli algılanırken, İngiltere'nin 10 tane nükleer silahının olması tehdit algılanmayacaktır. Kimi devletlere göre ise tam tersidir.

Peki güçlü olan kimdir?

Kimi sosyal inşacılar bu algının toplumun yüklediği anlamla ilgili olduğunu savunur. Gerçek dediğimiz şeyin değişken olduğunu söyler. Güç dediğiniz “gerçek” nitelik ve nicelik anlamında bulunduğunuz ittifaka yada müttefiklik ilişkisine göre değişkenlik gösterebilir.

Gerçekliğin sosyal yapılandırılması yalnızca dünyayı nasıl gördüğümüz ile ilgili değil aynı zamanda kendimizi nasıl gördüğümüz, çıkarlarımızı nasıl tanımladığımız ve kabul edilebilir davranışı nasıl belirlediğimiz ile ilgilidir.[i]


Yazı amacım akademik terimler üzerinde durmak değil, sosyal inşacılığın günümüzde uluslararası ilişkilerinde ötesinde ülkelerin iç meselelerine de dahil olduğu yönündeki düşüncelerimi anlatmaktır. Özellikle Türkiye’de sosyal inşacılık uluslararası ilişkilerden ziyade iç ilişkilerde kullanılan bir teoriye dönüşmektedir.

Gerçeklerimizin ve doğrularımızın hızlı değiştiği bir çağ yaşıyoruz. Sosyal inşacılık, insanlar tarafından doğal olduğuna inanılan birçok felaketin bir sosyal inşanın ürünü olduğunu ve insan eliyle gerçekleştirildiğini iddia etmektedir. Dolayısıyla insan eliyle değiştirilebileceğini vurgulamaktadır. İnşacılık teorisinin anahtar kelimesi etkileşimdir.

Toplum olarak her şey hakkında doğru yada yanlış bir bilgimiz var ve gerçeğe o gözle bakıyoruz. Toplumsal olaylarda bildiklerimiz aslında tek başına gerçek değil; algılarımız, ait olduğumuz çevrenin yüklediği anlamlarla şekilleniyor. Yani hangi tarafta yer alıyorsanız toplumsal bir olayda o tarafın görüşünü benimsiyorsunuz ve o sizin gerçeğiniz haline geliyor. Kişilik denilen kavram da tam bu noktada devreye giriyor. Bulunduğunuz toplum ile etkileşiminiz ve gerçeklere verdiğiniz tepkiler kişiliğinizi oluşturuyor. Bu çerçevede baktığınızda gerçeklerin değişken olduğu anlaşılıyor.

Türk siyasal yaşamına ve yakın tarihe baktığımızda bunun bir çok örneği var. İnsanların hayat tarzlarının, giyim tarzlarının, siyasi görüşlerinin, dini görüşlerinin değişmesi ve hatta cinsiyet değiştirmesinin sebebi sahip oldukları gerçeklerin evrilmesinden kaynaklanıyor. Gerçekler değiştikçe kişilikler de farklılaşıyor.

Örneklendirmek gerekirse; internette de araştırarak bulabileceğiniz “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman… Senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman” türküsünün zamanlamasını ele alalım. Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’dan Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş ve beste olmasına rağmen TRT repertuvarında anonim olarak görünmektedir. Halbuki türkü Marshall yardımlarından sonra Amerikan ürünlerinin ve hayat tarzının Türkiye’ye gelmesinden sonra besteleniyor.
Yine ne tesadüftür ki Marshall yardımlarında mısır yağı ithalatı şartı bulunuyor. Ayrıca bu beste Amerikan giyim tarzının da Türkiye’ye getirildiği yıllara denk geliyor. Görüldüğü üzere sosyal inşacılık ve toplum gerçekleri farkında olmadan sanata ve hayatın her alanına etki ediyor.

Zamanla gerçekler değişebiliyor. Bir dönem gerçek/doğru diyerek kabullendiğimiz şeyler bugünse hata/yanlış olarak değerlendiriliyor. Sosyal inşacılık yaklaşımına göre insanlar kendi gerçeklerini yaratabilir. O dönemde zeytin yağının yüksek ısılarda kanserojen maddeye dönüştüğünü yazan doktorlar bile mevcuttur. Bu böyle olmakla birlikte günümüzde ise en sağlıklı yağlar arasında sayılmaktadır. Sosyal inşacılık istenildiği takdirde kötü yönde de kullanılabilir.

Marshal Yardımları
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Marshall_Plan%C4%B1


2.Dünya Savaşı sonrası 1948-1951 yılları arasında Marshall planı devreye girmiştir. ADB nin ekonomik yardım paketi olan Marshall Yardımları Türkiye dahil 16 ülkeyi kapsıyordu. Yardım paketinin bir çok ön şartı vardı. Bu şartlar Osmanlı döneminde olan kapitülasyonları hatırlatacağı için kamuoyu ile o dönem paylaşılmadı. Yardım kapsamında gelen paranın, makinanın, alet ve silahın nasıl kullanılacağına ABD izni gerekiyordu. Çoğu işlem onay-rapor üzerineydi. Yapılan yardım parasıyla Amerikan ürünleri alındı. Ülkemizin mısır yağı ve margarin ile tanışması da bu şekilde oldu. Yardım kapsamında gelen traktörlerin öyküsünü çoğu kişi biliyordur; o traktörlerin yedek parçasına harcanan para ile o dönem traktör fabrikası kurabiliyorduk. Her neyse, konumuz Türk siyasal yaşamı değil...

Truman Doktrini ve Marshall Planı ile yaşanan sürecin, Türkiye’deki sosyal yaşama büyük etkileri oldu. Amerika Birleşik Devletlerinin Türk kamuoyundaki imajı güçlendi. Amerikan mallarını kullanmak bir prestij haline geldi. Amerikan çizgi romanlarının gelmesiyle çocuklar Amerikan kahramanlarını benimsediler. Bu süreçte, Türk kamuoyunda Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı büyük bir ilgi ve hayranlık yaşandı. Tüm bu gelimeler yine toplumun inandığı, benimsediği, kişiliğine dahil ettiği gerçeklerdi. Zamanla bu gerçekler değişti, geldiğimiz noktada o yardımları keşke almasaydık tartışmaları yapılmaktadır. Yardım olarak alınan silahların ve araçların bakım ve yedek parçalarına yardımın misli ile gelsin geriye para harcanmıştır.

Türkiye, 2. Dünya savaşı sonrası döviz ve altın rezervi olarak Avrupa ülkelerinin çoğundan fazla rezerve sahipti, Avrupa'ya hammadde ihracı görüşülüyordu. Türkiye'nin savaşa girmemesi ve Almanya'ya yapılan çelik,demir,kömür satışları ciddi bir ekonomik fazla yaratmıştı. Bu artı değerler ile üretim ve fabrika kurmak yerine yardım olarak aldığımız Amerikan mallarının uzun vade yedek parçalarına para ödedik. Bu konu hala tartışılan bir durum, gördüğünüz gibi gerçekler toplumun yüklediği anlamlara göre değişiyor. O zaman doğru ve gerçek algılanan bir olay bugün yanlışmış dedirtebiliyor.

Çok eskilere gitmeden günümüze gelmek istiyorum. Son 10 yıldır sosyal inşacılık ülkemizde daha aktif hale geldi. Siyasi tarafta bir çok değişim yaşandı. İttifaklar, parti birleşmeleri, seçimlerde cepheleşmeler, sistem değişikliği vs bir çok sosyal inşacılık gelişmesi yaşandı. Hepimizin gerçekleri farkında olmadan değişti. Siyasi liderlerden yol ayrımına girenler, parti değiştirenler, yeni parti kuranlar derken oy verdiğiniz partilerde bile değişimler oldu. Bunların hepsi sosyal inşacılığın ve gerçeklerimizin değişmesiyle ilgilidir. Gerçekler değişiyor. Esas irdelenmesi gereken bunca şey liderler istediği için mi oluyor yoksa toplum olarak bunları yapan bizler miyiz?


Tam buradan sonrası çok önemli...

Sosyal inşacılık, kurulu bir sistemi kabul etmez; sistemi farkında olmadan insanın kendisi kurduğunu ileri sürer. Zaman içerisinde ahlaki değerlerimiz, olaylara bakışımız, ekonomik gücümüz, aile ilişkilerimiz değiştikçe kararlarımız ve gerçeklerimiz de değişir. Çağ artık çok hızlı değişiyor, gelişim hızı inanılmaz seviyelerde ve insanların gerçekleri çok hızlı değişebiliyor. Bu değişim hızıda kişilik değişimlerini hızlandırıyor. Garip gelebilir fakat karakter olarak çok hızlı bir değişim yaşıyoruz.

Örneğin; bir önceki seçim HDP ye oy veren birisi sonraki seçim kalkıp İYİ partiye, Ak partiye yada MHP ye oy verebiliyor. Bir siyasi partinin genel başkanı bağlama çaldı diye oy verip sonrasında terör vücut bulunca “keşke oy vermeseydim” diyen sol görüşlü bir çok insan bulunuyor. Bu husus bile gerçeklerimizin, doğru ve yanlışın geldiğimiz çağda çok hızlı değiştiğinin bir kanıtıdır.

Yazıya esas başlama sebebim Elazığ depremi...

Allah kimseye “sesimi duyan var mı?” cümlesini duyurmasın, kurdurmasın, o acıları yaşatmasın...

Deprem gecesinden beri sosyal medyayı takip ediyorum. Gördüğüm kadarıyla toplumda doğal afete karşı daha önce tecrübe etmediğimiz değişik reaksiyonlar mevcut, yazıyı yazma sebebim de bu reaksiyonlar sonucu aklıma gelen sosyal inşacılık konusu oldu.

Sosyal inşacılığa göre insanların gerçekleri ve kişilikleri değişebilir. Yaklaşımın bu zamana kadar tek bir istisnası bulunuyor. Doğal olaylar! Doğal olaylar üzerine olan eleştiri uluslararası ilişkilerde mevcut değil fakat sosyoloji ve psikoloji tarafında konunun bu yanı ele alınıyor.

Sosyal inşacılık yaklaşımına göre muhakkak/kesin gerçek yoktur; Toplumsal olaylarda gerçekler ve kişilik kavramı zaman içinde değişir. Fakat bu söylem doğal olayların insan üzerindeki etkisinde geçerli değildir ve sosyal inşacılık karşıtı olanların en büyük eleştirisi budur; insanların doğal olaylarda, savaşta, zora düştüğünde özüne döndüğü ve rasyonel/realist davranışları sergileyeceği iddia edilir. Sosyal inşacılık bunu pek açıklayamaz. Eleştiride burada başlıyor. Sosyal inşacılık karşıtı olanlar; “sosyal inşacılık doğa olaylarının insan üzerindeki etkisini dikkate almıyor, bu olayların gerçekleri değişmez” diyor. Doğa olayları insan etkisinden kaynaklanmıyor ve bu sebeple doğa olaylarının gerçeklerini insan değiştiremiyor. Evet, doğal olayların gerçekleri değişmez görüşü hakimdir. Eleştiride bence doğrudur. Fakat, doğal afet sonucu sosyal psikolojinin değişebildiğini sanki son günlerde tecrübe ediyoruz.

Türk milleti olarak bizler doğal afetlerde milli birlik ve beraberlik konusunda tarihi geçmişi olarak rüşdünü ispat etmiş bir milletiz, Kurtuluş Savaşından bu yana söz konusu toplumsal bir travma yada acı ise siyaseti bırakıp bir araya gelme özelliğimiz vardır. Bu toprakların bu zamana kadar iç karışıklığa girmemesinin başlıca sebebi de budur. Yıllar süren terör sorunu, sağ-sol, dinci-dinsiz, alevi-sunni, gezi parkı-karşıtı, darbesi, ayaklanması, fetösü vs. bir çok toplumsal olay oldu; tartışmalar yaşandı ama bıçak kemiğe dayandığında hep birlik olabildik. Darbe sonrası CHP-AKP ortak miting yaptığına şahit olduk. ABD gerilim sürecinde, Trump mektubunda, yurt dışı PKK gösterilerinde tüm siyasi partilerin ortak tavır sergilediğini görebildik. Birçok daha aklıma gelmeyen örnek vardır. Doğa olaylarında ise tartışma götürmez bir bilinç ve sağduyumuz vardı. Kendi topraklarımızı geçtim, yurt dışında hangi ülkede yardım gerekiyorsa ilk koşan millet olduk. Dünyada en çok yardım yapan ülke konumundayız, ekonomik eleştirilerine girmiyorum. Bahsettiğim konu doğru-yanlış yada bir tarafta yer almak değil... 

Gel gelelim, takip ettiğim sosyal ağlarda Elazığ depreminde ilk defa Türk toplumunda görmediğim tepkilerle karşılaştım.

Elazığ depreminin ilk saati itibariyle gündem Kızılay'ın attığı 10 TL lik yardım sms i oldu. Arkasından devletin deprem vergisi diye topladığı paraların nerede olduğu sorgulandı. Yetmedi Haluk Levent’in yaptığı çadır yardımını eleştirenler oldu. Erzak toplayan belediyelerin sosyal medya mesajlarının altına “devletin parası mı yok siz neden yardım topluyorsunuz” tarzında binlerce yorum yazıldı. Ne kadar vahimdir ki “zaten Kürt ve Alevi köyleri yıkılmış .....” tarzı yorumlar yazıldı. Oldukça fazla mizah paylaşımı ise ayrıca dikkat çekiyordu. İlgilendiğim taraf insanların söylemleri yada eleştirileri değil. Evet, deprem vergisi diye toplanan paraların ne olduğunu bende dahil birçok insan merak ediyor. Kızılay neden hemen yardım toplamaya kalktı merak edilebilir; eleştirilebilir; işin para kısmı sorgulanabilir ama bunlar depremden 1 saat sonra gündem olacak konular değildir.




Her ne kadar sosyal inşacılığı eleştirenler doğal afetlerin insan üzerindeki etkilerini bu yöntemle açıklanamayacağını ileri sürmüşler ise de son 2 günde yaşadığımız olaylar insanların doğal afetler sonucu da gerçeklerini değiştirebildiğini ortaya çıkartmıştır. 

Eski zamanda olan yardım ve sağduyu gerçeğinin bir miktar azaldığı yaşanan olaylar sonucunda deneyimlenmiştir. Yardıma koşan kesim devletin parası olup olmamasını düşünmeden, genel ahlaki değerleri ve vicdan duygusuyla hareket etmiştir. Bu davranış toplumumuzun Kurtuluş Savaşından bu yana en eski değeri ve geleneğidir. Bir kesim ise daha önce pek örneğini görmediğimiz, yardımı eleştirir ve denetler bir tavra bürünmüştür. Sosyal inşacılığın ileri sürdüğü gerçekler değişir öngörüsü sanki doğal afette de çalışmıştır.

Zira yıllardır her türlü afette birlik olan, realist ve rasyonel davranan Türk milleti ilk defa bu kadar farklı bir sosyal psikolojiye bürünmüş ve  bu noktada rasyonel kesimin bahsettiği “gerçekler değişmez” kuramı bir miktar çürümüştür. Çoğu kesimin rasyonel olarak aklına ilk gelmesi gereken konu yardım etmek, korkmak ve endişe duymak olmalı iken birçok kişi toplanan deprem vergisinin ne olduğunu, Kızılay'ın ne yardımı topladığını merak eder oldu. Erzak toplayan, yardıma giden insanlara “ne oldu devletin gücümü yetmemiş” diyenler oldu. Böylelikle bariz şekilde gerçekleri ve kişilikleri değişen toplumsal bir kesim olduğu anlaşılmış oldu. Bu noktada şu hususu belirtmeliyim ki sorgulanan maddi her şey tartışılmalıdır fakat bu irdelemeler depremin ilk saatinde yapılmamalıdır. 

Deprem vergisini sormak için 6.8 lik bir deprem mi olması gerekiyordu? Daha merak etmeniz gereken yüzlerce ekonomik sorun var. Bir şeyi sormak için sorunun vücut bulmasını mı bekleyeceksiniz? 

Deprem vergisine gelene kadar merak etmeniz gereken çok konu var. Enflasyon, büyümediğin yılda bile bütçe açığı, bilançodaki net hata noksan kalemi, kişi başına düşün milli gelirin geri geliyor oluşu, faiz kararları, merkez bankası ve devlet bankalarının piyasa müdahalesi, bireysel emeklilik fonları, işsizlik fonları, kıdem tazminatı fonları...  Bu denli denetçilik/müfettişlik merakı olanlara finansal okur yazarlık konusunda kendilerini eğitmelerini öneriyorum. Aksi durumda sizin eleştirilerinize hükumet çıkıp "paraya ihtiyaç yok, her şeyi karşılıyoruz, 1 saat içinde enkazların başındaydık, erzak ihtiyacı yok, artık yardım göndermeyin" dediği anda karşıt olduğunuz partiye oy kazandırırsınız. Sosyal inşacılık tam olarak da budur. İnsan felaket dediği şeyi kendisi yaratır.

Bu arada ilgili fonların ne olduğunu birçok insan gibi bende merak ediyorum. Onca eleştiriden sonra devlet yetkililerince para sorunu olmadığı, tüm yardımların zamanında yapıldığı, hiç bir erzak ihtiyacı bulunmadığı açıklandı. Bu para ve yardım konuları elbette merak edilebilir, edilmeli de... Fakat bunlar zamanında sorulmalı, onca zaman susup insanlar enkaz altındayken bunlar akıllara gelmemeli diye düşünüyorum. İnsanlar yaşam mücadelesi verirken deprem fonunu düşünenler aynı incelikle ve ekonomi bilirkişiliğiyle bireysel emelilik fonunu, işsizlik fonunu da merak etmelidir. Yoksa bunları da işsiz kalınca yada bireysel emeklilik paranızı alma zamanınız gelince mi sorgulayacaksınız?

Örneğin; bireysel emeklilik fonları da Eximbank ve devlet bankalarına kaynak olarak aktarıldı ve piyasaya kredi olarak sunuldu. Bunları hiç kimse sorgulamıyor çünkü henüz konu gündeme gelmedi. Tahminimce bireysel emeklilik süreleri dolduğunda paralarını alma zamanı geldiğinde o fonun durumunu sorgular hale gelecekler. O vakit fon yoksa isyan edecekler.

Halbuki sorun vücut bulmadan bir şeyleri zamanında sormak önemlidir. Sorun vücut bulduğunda her şeyi bilen toplum olarak sorgulamak fayda getirmeyecektir. Gerçekleri kendi keyfinize göre belirlerseniz sosyal inşacılık içinde gece kondular inşa edersiniz. Sonuç olarak her şeyden şikayet eden, her şeyi sömürülen, yönetilen, kullanılan bir topluluğa dönüşürsünüz, belkide dönüşmüşsünüzdür! Dönüşmüşüzdür!

Bir başka örnek daha vereyim. Çoğumuz bir şirkette çalışıyoruz. Şirket içi bir çok haksızlık, adaletsizlik, eşitsizlik, istismar hatta tacize varan durumlar yaşanıyor. Çoğu kişi işten kovulana kadar sesini çıkartmıyor. Ne zaman kapıya konulursanız ozaman bağırmaya, işvereni tehdit etmeye, dava yoluna gitmeye karar veriyorsunuz, bir anda hak hukuk ve yasal haklarınız aklınıza geliyor. Gerçekleriniz bir anda değişiyor. Doğru ve yanlış kavramlarınız nasıl bir birine giriyor değil mi? Sosyal inşacılık tam olarak bunu anlatıyor. Felaket dediğimiz şeyleri bizler kendi ellerimizle inşa ediyoruz. Belki inşa ettiriliyoruz. Bunları değiştirecek güçte bizlerde, bunun farkına varan toplumlar liderlerini ve ülkelerini daha iyi yönetir hale gelecektir.

Rant ve kar uğruna bir çok kişi, bir çok olayı görmezden geliyor. Kendi tadı, keyfi ve düzeni bozulmasın diye bir çok şeye göz yumuyor, kendi gerçeklerine inanıyor ve sonrasında en ufak tökezlemede  suçlu devlet oluyor. Siyasiler kötü oluyor. Tüm hata ve suç liderlere yükleniyor. Evet hepsinin hataları var, siyaset zaten başlıca hata fakat hiç birimiz onlardan daha masum değiliz. Silah size dönene kadar ses çıkartamıyorsanız, gerçekleriniz kendi refahınız ve rahatınız üzerine kurulu ise felaketler sizin eserinizdir. 

Sonuç olarak; sosyal inşacılık, insan tarafından doğal olduğuna inanılan birçok felaketin aslında insan eliyle gerçekleştirildiğini iddia etmektedir. Dolayısıyla felaketlerin insan eliyle değiştirilebileceğini vurgulamaktadır. Biz gençlerin bu konulara eğilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gelecekteki toplumumuzu inşa edeceksek binanın nasıl yapıldığını öğrenmemiz gerekiyor.

Başta gençliğe hitabe olmak üzere, Atatürk'ün bir çok sözünde gençliğe verilen görevleri unutmamız gerekiyor. 

Güzel bir sosyal dünya inşa etmemiz ümidiyle...








[i] Barnett, ‘Social Constructivism’, s. 258.

Yorumlar

OKUNMASI ÖNERİLEN DİĞER YAZILAR